Thread Rating:
  • 4 Vote(s) - 2.75 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Bazi Dini Bilgiler
#1
Dini-1 
   

Bazi Dini Bilgiler

“Allah Yolunda Sebat” Ölene Kadar…

Öyle bir süreçten/dönemden geçiyoruz ki  geri adım atanların, fikirlerinden dönenlerin, bir görüşte sebat edemeyenlerin çoğaldığı, nasihat edenlerin sayıca azaldığı bir dönem. Hakkıyla davet ve cihad edenlerin kendi aile efratları ve arkadaşları tarafından garip hale geldiği bir dönem. Şehvetin, şüphelerin, fitnelerin artıp dinine sarılmanın ise kor ateşi avucuna alma  gibi olduğu bir dönem… Hayrı arayıp da sadece nadir insanlarda bulduğumuz, yolda kalıp da sadece Allah’ın rahmet ettiği kişilerde  ensarlık/yardımcı sıfatını bulabildiğimiz bir dönem…
İşte böyle bir dönemde önemli ve değerli bir konu olan “Allah yolunda sebat” önünüze gelmiş bulunmakta. Ki bununla sizlere yardımcı, yolunuzu aydınlatan bir kandil, dosdoğru yola ileten bir rehber olsun.
Rüzgâr ekilip fırtına biçildiği, kin, nefret ve düşmanlıkların hasad edildiği bir zamanda ‘bu nereden çıktı’ demeyin.
Günümüzde bir hastalık ortaya çıktı Müslümanlar! İslam’ın ikinci garip dönemini yaşarken Müslümanların içlerinde zuhur eden bir hastalık var. Nefisleri çökerten, azimleri kıran, programları sekteye uğratan amansız bir hastalık bu.
‘Allah yolunda sebatsızlık’ Direnememek dünyalıklara karşı koyamamak nefsin arzularına yenilmek sapkın fikirlere, ideolojilere, kafirlere…
Sebat etmek ne demek? Hafızanızın dar sokaklarında şöyle bir düşündüğünüz zaman, başlanılan bir işte, oluşta ve harekette sonuca ulaşmak için, karşımıza çıkan engelleri yok sayıp ilerlemek demektir. Sebat etmek sabrını sonuna kadar kullanmak demektir. Her ne olursa olsun sonucu görmek için çabalamaktır. İhlâslı olmaktır, elimize aldığımız işi sonuna kadar götürebilmektir. Engeller karşısında idealist olabilmektir.
Ey Müslüman kardeşim! Sen güllerle, reyhan ve yaseminlerle dolu olan bir yolda değil; dikenlerle, zorluklarla ve meşakkatlerle dolu olan bir yolda yürüyorsun. Karşına ibadet, davet ve cihad yolları gelecek ve sen asla sabrı-sebatı kuşanmadan yola çıkmayacaksın.
Bu o kadar güzel bir nimettir ki kullanıldığında fayda verir, bırakıldığında ise zarar. Bir insana daveti götürdüğünde sende sebat varsa karşındakini ikna gücün artar, onların söylediği sözler, fiiller seni yıldırmaz çünkü senin azmin aslanların azmidir. Davetçi sebatkar olduğu zaman sadece işine bakar, gözünü hedefe diker neticelere takılmaz. Çünkü sonuç, netice Allah’ın elindedir. Her zaman vermeyebilir. Denilse ki sebat etmek en çok kime lazımdır? Deriz ki en çok sebat fiilini Müslüman davetçi çeker hem de hece hece…
Muhammed Kutub –Allah kendisinden razı olsun- şöyle der  : 

“…Çünkü umutsuzluk nöbetlerine insanlar arasında en çok maruz kalanlar ve sebata en çok ihtiyacı olanlar, davetçilerdir.
Ticaretle uğraşan, kazanmaktan ümit kesebilir,  ama aradan zaman geçmeden elindeki pay onu bir defa daha yolda yürümeye iter.
Siyasetçi kazanmaktan ümit kesebilir, ama siyasetin değişip duran halleri fazla zaman geçmeden tekrar ona sokulacak bir yer açar ve o da kendi faydasına kullanıverir.
Bilim adamı sonuca ulaşmaktan ümit kesebilir. Fakat araştırmayı ısrarla sürdürmek ve incelemeyi devam ettirmek, onu sonuca ulaştırmanın teminatıdır.
Sanatla uğraşan bütün insanlar daima ümitsizlikle karşı karşıyadır. Devamlı moral takviyesine ve uzun zaman teşvik edilmeye muhtaçtırlar. Fakat her meslek erbabı bu konuda davetçiler gibi değillerdir. Çoğu zaman hedefleri yakındır. Ekseriyetle yollarına dikilen engeller çiğnenebilecek cinstendir. Ama davetçiler böyle değildir.
Davetçilerin kalplerini yiyip bitiren zehir, insanların davetlerinden yüz çevirmeleri ve davetlerinin ihtiva ettiği hakka iman etmeyişleri, aksine çoğu kere davetlerinin ihtiva ettiği hak kadar, ona karşı direnmeleri, davetlerinin salahı kadar da ona karşı gelmeleridir.
İşte bu vakit davetçiler ümitsizliğe kapılırlar. Ve yollarda dökülüverirler.”
(  Muhammed KUTUB /Peygamberden iktibaslar. Sayfa 40)

Ama gelin görün ki kardeşler, bu zamanın davetçileri Müslümanların dertlerini dinlemekten bile acze düşmüş, sebatlarını daha dinlemeye başlamadan yitirmiş durumdalar. Çareler aramaktan çok çareye muhtaç olmuşlar.
Bu sebat nimeti Allah yolunda mücadele ederken yanına alman gereken en büyük silahtır. Bu olmadan kurşunlar ateşlenmez, dumanlar yükselmez, meydanlara koşulmaz. Sen yoluna inanacaksın ki sebat edesin, unutma ki ‘Sebat eden nebat verir’.
Sakın kardeşim sakın ola ki davet, ibadet ve cihad görevinden elini eteğini çekenlerden, yorulanlardan, kenara oturup zikirle meşgul olup kısa soluklu olanlardan olma! Biz de bir zamanlar sizin gibi ateşliydik, ben gençliğimde davetin bel kemiğiydim, gece gündüz Nuh’i bir tavırla gezer, tebliğ ederdim diyen heyecansız kişiler sizin takip etmeniz veya örnek-model almanız gereken kişiler olmamalıdır. Unutma ki “En büyük sebat ettirecek etken gittiğin yolun hak olduğuna inanıp güvenmendir.”
Değerli kardeşim! Gel biraz da bizleri bu engebeli, yokuş, zor olan yolda sebat ettirecek etkenlerden bahsedelim;
Eğer Allah’ın seni sevmesini ve de bu yolda sebat etmek istiyorsan şu amelleri yapmalısın  : 
Kur’an’a yönelmeli, çokça okumalısın  :  Kur’an sebat etmede en büyük etken, Allah’ın sağlam ipi, apaçık nurudur. Kim ona tutunup, tabi olursa Allah onu kurtarır.
“İnkâr edenler dediler ki  :  “Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?“ Biz onunla kalbini sebatlaştırmak-pekiştirmek için böylece (  ayet ayet indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (  tertil üzere) düzene koyup’ okuduk.” (  Furkan/32)

Kalkın ve yürüyün..Dünya sadece birkaç günden ibarettir. Eğer yolunuzda sebat ederseniz, kurtuluşunuzu elde edersiniz cennet bahçelerine ulaşırsınız. Güçlü padişahın huzurunda… Sadıklarla beraber… Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabesiyle beraber olursunuz… Onun sizi bıraktığı yol üzerinde sebat edin… Sakın geri adım atmayın…

Şeriata sarılmak ve Salih amel işlemek  : 
“Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.” (  İbrahim/27) Dünya hayatında hayırla ve Salih amelle sebat verir, kabirde rahata kavuşturur.
Peygamberlerin hayatlarının her anından ders almaya gayret etmek  : 
“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini sebat ve teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (  Hud/120)
Allah Teâlâ’nın şu buyruğunu düşünmez misin kardeşim!  : 
“Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”  (  Enbiya/68-70)
İbrahim aleyhisselam’ın son sözü şu olmuştu  :  “Hasbiyallahu ve ni’me-l vekil (  Allah bana yeter, O ne güzel vekildir)”
Sende zamanın tağutlarına, tiranlarına direnirken zorluk esnasında bunu düşünerek ve söyleyerek sebat edebilirsin..
Sabah ve akşam zikirlerini unutma!
“Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya erişesiniz.” (  Enfal/45)  Farslıları ve Rumları dize getiren sahabeler sayıca az ama Allah’ı çokça zikreden kimselerdi. Yusuf aleyhisselam’ın karşısında duran kadının fitnesine karşı ‘Allah’a sığınırım’ diye zikrederek kurtulduğunu unutma!
Gece namazına gücün yettiği kadar en az haftada bir kez kalk!
Sıkıntılı gördüğün kardeşlerinin sıkıntılarını paylaş ve elinden geldiğince onlara yardımda bulun.
Günlük çok az bir miktar olsa da infak et. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur  :  “Yarım hurma da olsa infak edin.”
Her gün rabbine elini açıp uzun uzun dua et! Nefsini, Müslümanları, mazlumları, mustazafları da unutma!
“(  Onlar şöyle yakarırlar  :  ) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme” (  Al’i-İmran/8  )
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi  : 
“Ey kalpleri evirip çeviren, kalbime dinin üzere sebat ver.”
Salihlerle arkadaş ol, az ye, az konuş, çok şakalaşma, çok gülme!
Rabbim bu özellikleri barındıran Müslümanlardan bizleri eylesin..Son olarak;
Kalkın ve yürüyün… Dünya sadece birkaç günden ibarettir. Eğer yolunuzda sebat ederseniz, kurtuluşunuzu elde edersiniz ve cennet bahçelerine ulaşırsınız. Güçlü padişahın huzurunda… Sadıklarla beraber… Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabesiyle beraber olursunuz… Onun sizi bıraktığı yol üzerinde sebat edin… Sakın geri adım atmayın…
“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (  şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (  sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (  Ahzap/23)
Sebat… Sebat… Sebat…


------------------------------

AKRABA HAKKI = SILA-İ RAHİM

AKRABA HAKKI = SILA-İ RAHİM

vicdan

Günümüzün en çok ihmal edilen, kıymeti bilinmeyen değerlerinden biri de akraba hakkıdır. Eğer Allah’ın bu meseleye ne kadar ehemmiyet verdiği bilinseydi, hemen herkes bu vesileyle kurtulabilirdi. Zira, Buhari’nin kaydettiği bir rivayette, Allah bütün varlıkları yarattıktan sonra sıla-i rahime şöyle buyuruyor  :  “Seni gözeteni ben de gözetirim. Seni keseni merhametimden mahrum bırakırım.”

İş bu kadar ciddidir. Hatta bir yerde Allah Resûlü şu hatırlatmayı yapar  :  “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, akrabalarıyla alâkasını kesmesin.” Yani, eğer Allah’a ve gerçek istikbal sayılan Ahirete inanıyorsanız, bu, akrabalarınızla alâkanızı kesmemenizi gerektirir. Eğer alâkanızı kesiyorsanız, o zaman Allah’a ve Ahirete gerçek mânâda inanmıyorsunuz demektir.

Bizde akraba bağının ehemmiyeti, tamamen inancımızdan kaynaklanır. İnananlar, bu işe ehemmiyet verir. İnanmayanlarda ise akraba bağına rastlamak enderdir. Bugünkü dünyanın hali buna en açık delildir.

Mesela, Enes bin Malik yoluyla bize ulaşan bir Hadis-i Şerif’te Allah Resulü şöyle buyurur  :  “Kimi, rızkının bereketlenmesi, ömrünün uzaması kendisini sevindirirse, o kimse sıla-ı rahim yapsın!”  İşte, inancımızın kaynaklarından olan Efendimiz’in mübarek ağızlarından çıkan bu kutlu beyan, bizim için akraba bağını kuvvetlendiren büyük bir teşvik ve müjdedir.

Dinimizin ilk emirlerinden biri de yakınlara ilgi alâka göstermektir. Allah, en büyük vazife olan tebliğe, “Ve enzir aşîratekel ekrabîn”(  Şuarâ, 26/214) buyurarak, Allah Resulü’nün önce akrabalarından başlamasını emrediyor. Bu emrin elbette pek çok hikmetleri vardır. Mesela insan, elindeki güzellikleri önce akrabaları kabul etsinler, önce onlar hakkı hakikatı bulsun ve kurtulsunlar diye düşünebilir. Onun için, Allah Resulü yakınlarını Ebû Kubeys tepesine toplayarak, inanmalarını teklif etmiş ve arkasından şunları eklemişti  :  “Allah’ın ahirette vereceği hükme karşı ben sizi kurtaramam. Fakat, sizinle aramda akrabalık bağı vardır. Ben bu bağın dayandığı köke su vereceğim.” Akrabalık bağı, imanın kurtulması için çok ciddi bir vesiledir. Ne mutlu bu vesileyi değerlendirenlere!

Biz akrabalarımızla iyi olalım  :  Eğer, fazilet açısından onlar bizden daha iyi ise, bizim onlardan alacağımız şeyler var demektir. Biz iyi isek, onlara yakın olalım ki bizdeki güzellikleri alsınlar.

Adamın biri Allah Resulü’ne gelerek der ki, “Yâ Resulallah, beni cennete götürecek, cehennemden uzaklaştıracak amelleri bana bildirir misin?” Efendimiz buyururlar ki; “Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmaz, sırf O’na kulluk edersin; namazını kılar, orucunu tutarsın ve akrabalık bağlarını gözetirsin.” 

Bunun yanında şu da düşünülebilir, akrabalar, cibillî yakınlıktan dolayı meseleye daha çabuk sahip çıkar. Din sahipsiz kalmaz, taraftar bulmuş olur. Bakıyoruz, Allah Resulü’nün etrafındakiler öncelikle akrabalarından oluşmaktadır. Zeyd bin Harise, kölesidir; Hazreti Ali, amcasının oğludur; Hazreti Hatice validemiz, biricik zevcesidir. Zübeyr bin Avvam, halasının oğludur.

Evet, bizler sağlam inanıyorsak, inandığımız şeylerin bizleri Ahirette kurtaracak biricik garanti olduğunu düşünüyorsak, bunları rahatlıkla kabul edecek birileri vardır  :  onlar da en yakınlarımız olan akrabalarımızdır. Aramızdaki cibillî yakınlığı kullanarak onları inandırabiliriz. Belki de bunun içindi ki, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Kur’an’da Allah tarafından şöyle demekle emrolunuyordu  :  “Ben sizden bir ücret istemiyorum. Ancak, yakınlarıma sevgi ve muhabbet beslemenizi istiyorum” (  Şûrâ, 42/23)  Veda Hutbesinde de Allah Resulü şöyle buyuruyordu  :  “Size iki şey bırakıyorum, onlara sahip çıkarsanız doğru yoldan ayrılmazsınız  :  Kur’an ve Ehl-i Beytim.” Her ne kadar buradaki ehli beytten kasıt, Efendimiz’in sünneti seniyyesi olsa da, fakat O sallallahu aleyhi ve sellem biliyordu ki, ilerde din terkedilecek ve ona ciddi olarak sahip çıkanlar, kendi nesli olacaktı. İşte bundan dolayı, onları nazara vererek, onları sevmenin dini sevmek, onlara taraftar olmanın dine taraftar olmak manasına geleceğini anlatmak istemişti.

Tarihimize bakıyoruz, Abdülkadir Geylânî gibi, Nakşibendî hazretleri gibi, İmam Rabbani gibi Bediüzzaman gibi dev kametler hep Allah Resulü’nün soyundan gelmişler ve dine, tariften aciz kaldığımız hizmetlerde bulunmuşlar. Ne mutlu, onların hizmetlerini takdir edip, onların safında yer alanlara!

Dinimizin akraba hakkını vurgulaması, çok büyük bir hakikat olmalı ki, Bizans Kralı Herakliyus, Ebû Süfyan’a “Bu inkar ettiğiniz peygamber neyi emrediyor? diye sorduğunda o, tevhid inancı, namaz gibi temel rükünleri sıraladıktan sonra, ‘akrabalara iyiliği emrediyor’ diyordu. Evet bu mesele, o günün insanının ihmal ettiği, fakat sözkonusu edildiğinde de en çok dikkatlerini çeken bir meseleydi. Bu günün o zamandan ne farkı var  :  Yine akrabalarla sohbet edilmiyor, yine akrabalara ziyaret gidilmiyor, yine akrabalar unutuluyor. Bugün bir de televizyon gibi bir uğursuz dost(  !) var ki o varken ne dost aranıyor, ne de akraba.! Keşke onlarla beraber oturup dertleşmenin, çaylarını içmenin, bir iki laf etmenin, hoş sohbetler yapmanın değerini bilseydik.

Allah Resulü’ne bir adam gelir ve sohbet etmeye en layık insanın kim olduğunu sorar. Kainatın Efendisi, üç defa annen dedikten sonra, “baban ve sonra da derecesine göre diğer yakınlarındır.” buyurur.

Akrabalar bize iyi davranmasa da biz, bize düşeni yapmak zorundayız. İnsanlığın İftihar Tablosu sallallahu aleyhi ve sellem, bu konuyla alâkalı Buharî’de geçen bir Hadislerinde buyuruyorlar ki; “Akrabalarının gösterdiği yakınlığa aynı şekilde kaşılık veren kimse, gerçekten akraba hakkını gözetiyor sayılmaz. Gerçekten akraba hakkını gözeten kimse, akrabaları kendisiyle bağlarını kesmeye çalıştıkları halde onlarla olan alâkasını devam ettirendir.”

Hazreti Aişe Validemiz, Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatır  :  “Sıla-i Rahim, ARŞ’a asılıdır ve şöyle der  :  “Kim beni gözetirse Allah da onu gözetsin; kim de beni savsaklarsa Allah onu rahmetinden uzak tutsun.” O Arş ki, mânâsını tam kavrayamadığımız bir şekilde Allah’ın makamıdır. İdrak ufkumuz onu anlamaya yetmez. İşte sıla-i rahim, insanlara böyle bir makamdan seslenmektedir. Onu konuşturan da Allah’tır.  Efendimiz, bu hadiseyi naklettikten sonra, şu ayeti okumamızı ister  :  “Eğer insanları idare yetkisini elinize alırsanız, yeryüzünde kargaşa çıkarmaya ve akrabalarınızla alâkanızı kesmeye mi kalkışacaksınız. Böyle davranan kimselere Allah celle celâlühû lânet etmiş, onların kulaklarını sağırlaştırmış ve gözlerini kör etmiştir.” (  Muhammed, 49/22,23) Evet, akrabalarla alâkasını kesenlerin, hakkı hakikatı duymayan, duymak istemeyen birer sağır, Allah’ın şu kainatta perde perde bize kendisini göstermesine karşılık görmek istemeyen birer kör olmaları ve böylece Allah tarafından lanetlenmeleri sözkonusudur.

Bir adam Resulü Ekrem’in huzuruna gelerek akrabalarına devamlı iyilik yaptığı halde onların kendisine kötülük yaptığından bahsetmişti. Fahri Kainat Efendimiz şöyle buyurdular  :  “Eğer dediğin gibi ise, sen devamlı onlara kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Eğer iyiliğe devam edersen, onlara karşı Allah’ın yardımı daima seninle beraberdir.” Evet, belki yapılan iyilikler, bir gün gelecek onların kalbini yumuşatacak, bütün iyiliklerin semeresi dünyada böylece ortaya çıkmış olacaktı. Bu yüzden kimse dememeli; ‘falan akrabam soğuk davranıyor, falan hiç de hoş sohbet değil, falanın evi iyi değil, falanın çocukları çok yaramaz’. Her şeye rağmen bağları sıkı tutmalı ve devam ettirmeli.

Amr bin Abese ismindeki sahabi anlatıyor  :  “İslam’ın ilk yıllarıydı. Allah Resulü’ne gelerek, ‘Sen kimsin’ dedim. ‘Peygamberim’ dedi. ‘Peygamber ne demek’ dedim. ‘Allah, beni görevli olarak gönderdi’ dedi. ‘Peki Allah seni neyle görevlendirdi’ dedim. Buyurdular ki; “Allah beni, akrabalık bağlarını gözetmeyi, putları kırmayı ve Allah’a şirk koşmamayı, O’nu tek olarak tanımayı tebliğ etmekle görevlendirdi.”

Pek çok mevzuda Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, akrabayı öne çıkarır. Mesela, Ebu Talha’nın başından geçen bir hadise var. “Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça gerçek iyiliğe eremezsiniz”(  Âl-i İmran, 3/92) ayeti inince, en çok sevdiği hurma bahçesini harcamak için Allah Resulü’ne gelir nasıl davranması gerektiğini sorar. Allah Resulü de, “Orasını yakınların arasında bölüştürmeni uygun görüyorum.” buyurdu. O da, o bahçesini akrabaları ile amcaoğulları arasında bölüştürdü. Bir başka hadislerinde Efendiler Efendisi, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu  :  “Vebde’ bimen teûl.” Yani infak edeceğin zaman yakınlarından başla.

Abdullah bin Mesud’un hanımı Zeynep, kocasına şöyle der. “Allah Resûlü, sadaka, zekat vermemizi emretti. Eğer istersen sana vereyim. (  Çünkü, Abdullah da muhtaç bir insandır.) yoksa başkalarına vereyim. Meseleyi Efendimiz’e sorarlar. Efendimiz buyururlar ki  :  “Biri akrabalık ecri, biri de sadaka ecri olarak ona iki ecir vardır.”

Yine mesela, kurban kesildikten sonra et dağıtımı yapılırken, üçte bir akrabalara verilir. Hatta akraba uzakta da olsa, yanıbaşımızdaki komşuya tercih edilir.

Dinimizde mü’min, yakınlarına bakmakla mükelleftir. Eğer, bir kimse yaşlanacak olur da eli ayağı tutmaz hale gelirse, ona yakınları bakmak zorundadır. Yine dinimizde, teyze ve dayı anne yerine, amca ve hala da baba yerine geçer. Bu meseleyi Efendimiz, sadece birini örnek vererek tesbit buyurmuştur  :    “Teyze anne yerindedir.”

Abdullah bin Abbas anlatıyor  :  “Bir defasında Kureyş kabilesi kıtlığa maruz kalmıştı. Öyle ki, çürümüş kemikleri kemiriyorlardı. Allah Resulü ile babam (  Peygamberimiz’in amcası Abbas)’dan zengin kimse yoktu. Peygamberimiz, babama şöyle dedi  :  ” amca biliyorsun, kardeşin Ebu Talib’in nüfusu kalabalıktır. Gidelim de, çocuklarından bir kısmını alalım, biz yetiştirelim.” Beraber Ebû Talib’e gidip durumu anlattılar. Ebû Talib, “Akil’i bana bırakın, diğerlerini alın.” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Ali’yi, Abbas da Cafer’i aldı.

Yine Allah Resulü, “Akrabaya hakkını ver.” (  İsra, 12/27) ayeti inince, savaşmadan alınan araziyi (  fedek arazisi) kızı Fatma’ya vermişti.

Ebû Hureyre naklediyor. Allah Resulü buyuruyor ki  :  “Âdemoğlunun amelleri her perşembe akşamı Allah’a sunulur. Cenâb-ı Hak, yakınlarıyla alakasını kesenin amelini kabul etmez.”

Abdullah bin Mesud, sabah namazından sonra halktan oluşan halka içinde şunları söylüyordu  :  “Allah aşkına, içinizde yakınlarıyla alâkasını kesen varsa yanımızdan uzaklaşsın. Biz, Rabbimize dua etmek istiyoruz. Halbuki, gök kapıları, yakınlarıyla alâkasını kesenlerin yüzlerine kapatılmıştır.”

Ebû Bekir efendimizin  kızı Esmâ radiyallâhu anhümâ anlatıyor  :  Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem zamânında müş‏rike olan vâlidem bir kere kuru üzüm ve yağ hediyeleriyle bana gelmişti. Ben, hediyelerini kabûlden, kendisini de evime koymaktan kaçındım. Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemden fetva isteyerek  : 

– Yâ Resûlallâh! Vâlidem, oğlu Hâris’le berâber bana geldi. Bana sokulmak ve mukâbele görmek istiyor. Anama sıla-i rahimde bulunup iltifat edebilir miyim? dedim. Resûlullâh  : 

– Evet anana sıla ve iltifat et! buyurdu.

Bunca ikaz ve teşvikten sonra biz inananlara, inandığımız Allah ve Resulü’nün rızası istikametinde davranmak düşer. Şimdi, küs olduğumuz akrabalarımız varsa, bir telefon edelim gönlünü alalım. Bir çay içmeye gidelim. Zor da olsa bunu yapalım. Hiç hal hatır sormadığımız yakınlarımız varsa, hemen bugün bir telefon açıp halleşelim. Böylece gitmek için can atacağımız cennete gidiş yollarını kolaylaştırmış olalım. Allah yâr ve yardımcımız olsun.

Allahümme veffiknâ ilâ mâ tühibbu ve terdâ= Allahım bizi, sevdiğin ve razı olduğun işleri yapmaya muvaffak eyle. Amin.


----------------------------


Aksırmanın ve Esnemenin Edepleri


Aksırmanın ve Esnemenin Edepleri

aksırma

“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.”
(  Al-i İmran suresi 31.ayet meali)

Ebû Hûreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu  : 
“Şüphesiz Allah aksıranı sever, fakat esneyeni sevmez. Sizden biriniz aksırır ve Allah Teâlâ’ya hamdederse, onun hamdini işiten her müslümanınyerhamûkellah demesi üzerine bir vecîbedir. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden birinizin esnemesi geldiği zaman, onu gücü yettiği kadar engellemeye çalışsın. Çünkü sizden biriniz esnediği zaman şeytan ona güler.”[1]
* Esnemek bir sıhhat alameti olmayıp şeytandan olduğunun söylenmesi insanların gaflet ve tenbelliğinin belirtisi olduğu duyurulmuş oluyor. Esnemenin sebebi  :  Çok yiyip içme suretiyle vücudun hareket kabiliyetinin azalması, uyku ve gafletin öne geçmesidir. Bu duruma şeytan sevinir ve güler. O kişiyi esir aldığından ve dünyalık şeylere muhtaç ettiğinden dolayı. Bu sebeple esnemek hoş karşılanmamış ve önüne geçilmesi emredilmiştir.Dolayısıyla el ile ağzı kapatmak gerekir. [2]

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu  : 

“Sizden biriniz aksırdığı zaman  :  Elhamdûlillah desin. Kardeşi veya arkadaşı da ona  :  Yerhamûkellah desin. Aksıran da  :  Yehdîkûmullahu ve yuslihu(  veya yuslih)bâlekum = Allah sizi hidayette kılsın ve kalbinizi ıslah etsin, desin.”[3]

* Aksırmak bir nimet olup sıhhatli olmanın alametidir. Her türlü nimete hamdettiğimiz gibi aksırma bu nimetine de hamdetmemiz gerekir. [4]

Ebû Mûsa radıyallahu anh şöyle dedi  : 
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i  : 
“Sizden biriniz aksırdığı zaman elhamdûlillah derse, ona yerhamûkellah deyiniz. Şayet Allah’a hamdetmezse siz de yerhamûkellah demeyiniz” buyururken işittim.”[5]
* Bir sünneti terkedene hatırlatmak ve yapmaya teşvik için bu tehdit konulmuş oluyor. [6]

Enes radıyallahu anh şöyle demiştir  : 
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iki kişi aksırdı. Efendimiz onlardan birine yerhamûkellah dedi, diğerine ise söylemedi. Kendisine yerhamûkellah demediği kişi  : 
– Filân kişi aksırdı, ona yerhamûkellah dedin; ben aksırdım, bana ise demedin, deyince Peygamberimiz  : 
– “O kişi elhamdûlillah dedi, sen ise demedin” buyurdular.[7]

Ebû Hûreyre radıyallahu anh şöyle dedi  : 
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksırdıkları zaman elini veya mendilini ağzına tutar, böylelikle sesini azaltmaya –veya ağzını yummaya– çalışırdı.[8]

Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi  : 
Yahudiler, kendilerine yerhakûmullah diyeceğini ümit ederek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında yapmacıktan aksırırlardı. Peygamber Efendimiz de onlara  : 
“Yehdîkûmullah ve yûslihu bâlekûm = Allah size hidayet versin ve hâlinizi ıslah etsin”buyururdu.[9]

Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu  : 
“Sizden biriniz esnediği zaman eliyle ağzını tutsun. Çünkü şeytan onun ağzına girer.”[10]

* Gaflet halinin belirtisi olan esnemekten sakındırmak için söylenen bu hadiste de ağzımızı kapamamız emrediliyor. Ağzı açarak karşımızdakilere çirkin bir durum sergilemekten bizi uzaklaştırıyor. Şeytanın güleceği, sevineceği her türlü davranıştan uzak durma gayreti böylece bize öğretilmiş oluyor. [11]
[1] Buhârî, Edeb 125, 128; Bed’ü’l–halk 11. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 7.
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi  :  268.
[3] Buhârî, Edeb 126. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 3; İbni Mâce, Edeb 20.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi  :  268.
[5] Müslim, Zühd 54.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi  :  268.
[7] Buhârî, Edeb 127; Müslim, Zühd 53. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 4.
[8] Ebû Dâvûd, Edeb 90; Tirmizî, Edeb 6.
[9] Ebû Dâvûd, Edeb 93; Tirmizî, Edeb 3.
[10] Müslim, Zühd 57–58. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 89.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi  :  269.

Kaynak-Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi

Aksırana Yerhamûkellah Demek (  Aksıran Elhamdûlillah Dediğinde Yerhamûkellah Demenin Müstehap, Allah’a Hamdetmediğinde Yerhamûkellah Demenin Mekruh Olduğu Aksırana Cevap Vermenin Aksırmanın Ve Esnemenin Edepleri başlıklı konu)


--------------------------

ALLAH’IN MÜ’MİN KULUNU KORUMASI

ALLAH’IN MÜ’MİN KULUNU KORUMASI



Hamd, yalnızca Allah’adır. Salât ve selâm da Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘edir.   

Allah Teâlâ’nın, mü’min kulunu muhafazası (  koruması) iki türlüdür  : 

Birincisi  : 

Allah Teâlâ’nın, kulunun bedenini, çocuğunu, eşini ve malını muhafazası gibi dünya işleriyle ilgili korumasıdır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur  : 

“Onun önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (  melekler) vardır.”[1]

Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- bu âyet hakkında şöyle demiştir  : 

“Onlar, Allah’ın emriyle onu koruyan meleklerdir.Kader geldiği zaman onu korurlar.”

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah ve akşam şöyle dua ederdi  : 

“Allah’ım! Beni, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden muhafaza et/koru.” [2]

Kim, çocukluğunda ve kuvvetli zamanında Allah Teâlâ’nın hakkını muhafaza ederse, yaşlanıp kuvveti zayıfladığında da Allah Teâlâ onu muhafaza eder. Onu işitmesiyle, görmesiyle, kuvvetiyle ve aklıyla faydalandırır.

Allah Teâlâ, kulun sâlih olması sebebiyle ölümünden sonra da neslini muhafaza eder.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur  : 

“Ve o ikisinin babası sâlih idi.” [3]

Şüphesiz o iki kişi babalarının sâlih olması sebebiyle muhafaza edilmiştir.

Saîd b. el-Müseyyib -Allah ona rahmet etsin- oğluna şöyle demiştir  : 

“Şüphesiz senin muhafaza edilmen sûretiyle gözetileceğimi umarak namazımı artırıyorum.”

Sonra şu âyeti okudu  : 

“Ve o ikisinin babası sâlih idi.” [4]

Ömer b. Abdulaziz -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir  : 

“Bir mümin öldüğü zaman, Allah Teâlâ mutlaka onun geride kalan neslini korur.”

İbn-i Münkedir -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir  : 

“Şüphesiz ki Allah, sâlih kimseyi, çocuğunu, torununu ve komşularını korur. Allah’ın koruması ve onların kötülüklerini örtmesi devam eder.”

Şaşılacak şeylerdendir ki, Allah Teâlâ, tabiatında eziyet vericilik olan hayvanları bile, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in azatlı kölesi Sefîne’nin başından geçtiği gibi, eziyete karşı bir koruma yapmıştır. Sefîne’nin -Allah ondan râzı olsun- bineği parçalanınca bir adaya çıkmıştı. Birden orada bir arslan gördü. Onunla beraber yürümeye başladı ve aslan ona yol gösterdi. O durduğu zaman aslan çağırır gibi hareket ediyordu. [5]

Allah Teâlâ’nın emrini gözetmeyeni ise, o kimse fayda ümit etse bile, zarara veya sıkıntıya uğradığında Allah Teâlâ onu gözetmez.

Fudayl b. İyâd -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir  : 

“Şüphesiz ki Allah’a isyan ettiğimi, kölemin ve hayvanımın huysuzluk etmesinden anlayabiliyorum.”

(  Muhafazanın) İkincisi  : 

Bu en şerefli ve en kıymetli olanıdır. Allah Teâlâ’nın kulunu, dîni ve îmânı hakkında muhafaza etmesidir. Onu saptırıcı şüphelerden, haram olan şehvetlerden ve ölümü anında îmânsız gitmekten korur.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- uyuyacağı zaman şöyle derdi  : 

“Senin isminle Rabbim, yanımı (  vücudumu yatağıma) bıraktım ve senin irâdenle onu kaldırırım.Canımı alırsan ona rahmet et.Eğer geri gönderirsen, salih kullarını koruduğun gibi, onu da koru.”[6]

Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- uyuyacağı zaman şöyle derdi  : 

“Allahım! Nefsimi sen yarattın ve onu sen öldürürsün. Nefsimin ölümü ve yaşaması, sana âittir. Eğer yaşatırsan onu koru, öldürürsen onu bağışla. Allahım! Senden âfiyet dilerim.”[7]

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, Ömer b. Hattab’a -Allah ondan râzı olsun- şöyle duâ etmesini öğretmiştir  :  “Allah’ım! Ayaktayken beni İslâm ile muhafaza et. Otururken beni İslâm ile muhafaza et. Yatarken beni İslâm ile muhafaza et. Beni düşmanın ve hasetçinin diline düşürme! Allahım! Anahtarları senin elinde olan her türlü iyiliği senden dilerim.Yine, anahtarları senin elinde olan her türlü kötükten sana sığınırım.” [8]

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yolculuğa çıkmak istediğinde vedâ ederken şöyle derdi  : 

“Dînini, emânetini ve işlerinin âkibetini Allah’a emânet ederim.”

“Bir şey Allah’a emânet edilirse, onu korur.” [9]

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in  :  “Allah’ın hakkını gözet ki, O’nu önünde bulasın.”[10]

Sözünün anlamı şudur  :  “Kim Allah’ın hududunu korur, haklarını gözetirse, bütün hallerinde Allah’ın yardımını, muhafazasını, muvaffak kılmasını ve desteğini yanında bulur.Şüphesiz ki Allah, takvâ sahipleriyle beraberdir. Onlar ki iyilik eden kimselerdir.”

Katâde -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir  :  “Kim, Allah’tan korkarsa, Allah onun yanında olur.Allah kimin yanında olursa, o, yenilmez bir ordu, uyumayan koruyucu ve sapmayan hidâyet edici ile beraber demektir.” [11]

---------------------------------

ALLAH’ın Rahmetinden Yalnızca Kafirler Ümit Keser

ALLAH’ın Rahmetinden Yalnızca Kafirler Ümit Keser


“…Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (  YUSUF SURESİ 87. Ayet)
Günümüzde müslüman gençliğin önündeki manevî engellerden biri ümitsizlik ve karamsarlıktır. İlk insandan bu yana devam eden Hak ile Batıl arasındaki iman ve ahlak mücadelesinde bugün psikolojik boyut ağırlık kazanmıştır. Dünya çapındaki teknolojik, medyatik ve kültürel imkânlar şuurlu müslümanları sindirmek, küçük düşürmek ve pasifize etmek için kullanılmakta ve bunun tabiî sonucu olarak inançlı kesimde ümitsizlik ve karamsarlık yaygınlaşmaktadır.
Genç adam ümitsiz… Aradağı, özlediği, izinden gideceği canlı ideal örnek bulamamakta, hayatın gerçekleriyle yüzyüze gelince tertemiz hayalleri yıkılmakta ve geleceğe ümitle bakamamaktadır.
Eğitimci ümitsiz… Öğrencisinden istediği verim ve kaliteyi alamadığından, vefakâr ve fedakâr öğrenci bulamadığından yakınmaktadır.
Bugün hayatın her alanında; eğitim, irşad, ekonomi, medya, siyaset, ticaret, sağlık ve diğer alanlarda, kamu ve özel sektörde pek çok kimsede karamsarlık ve ümitsizlik durumu yaşanmaktadır. Özellikle İslâmî çalışmalarda, eğitim müesseselerinde, hayır kurumlarında bir müddet bulunup ta daha sonra bu çalışmalardan ayrılan kişilerde hayal kırıklığı, karamsarlık ve ümitsizlik hali sıkça görülmektedir.
Psikolojik bir hastalık olan ümitsizlik kişiyi atalete, tenbelliğe ve uzlete sürüklemekte, toplumdan uzaklaştırmaktadır. Kişiyi pasifize etmekte, bitkinlik, yılgınlık, çaresizlik, vurdumduymazlık ve ilkesizliğe itmektedir.
Yeis (  ümitsizlik) öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun.
Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun?!.
Kur’anda “Ümitsizlik” kavramı
Kur’an-ı Kerimde “yeis” ve “kunût” ifadeleriyle 15 ayette yeralan ümitsizlik, arzu edilmeyen, reddedilen, yasaklanan bir düşünce ve davranış biçimi olarak ele alınmıştır. Ayrıca 20 ayette Allahın rahmetini ve ahireti ümit “recâ” konusuna yer verilmiştir.
Kuran-ı Kerime göre ümitsizlik ve karamsarlık, insanlığın kötülükler, felâketler ve sıkıntılı durumlarda başvurduğu faydasız ve olumsuz bir tepki mekanizmasıdır.
“İnsanlar, kendilerine bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. İşledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapılırlar.”2
Kur’an-ı Kerimde yüzlerce ayette ilahî rahmet vurgulanmış, Allah’ın geniş, sonsuz ve engin rahmetinden ümidimizi kesmemiz açık ve net ifadelerle yasaklanmıştır  :  “Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”3
Hidayet üzerinde olanların ümitsizliğe kapılmaları istisnaî bir durumdur. Kitabımızda Allah’ın rahmetinden ümidi kesme düşüncesinin, mü’mine yaraşır ve yakışır bir düşünce ve davranış biçimi olmadığı değişik vesilelerle vurgulanmış, ancak “inançsızlar” ve “sapıklar” ın ümitsizliğe kapılacakları ifade edilmiştir.
“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”4
“Melekler İbrahim’e  : 
-Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma, dediler. Bunun üzerine İbrahim  : 
-Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser? dedi.”5
Bizim inancımıza göre, sebep ne olursa olsun Allah’ın yardımından ve rahmetinden ümitsizliğe, karamsarlığa ve kötümserliğe kapılmaya yer yoktur.
Mü’min kul kendisinden beklenen görevin “iman, ihlas ve cihad” olduğuna inanacak, bu çerçevede çalışacak, elde edilecek sonuçtan sorumlu olmayacak tarzda samimî, planlı ve düzenli çalışacak ve bundan sonra da sonuç ne olursa olsun üzülmeyecektir.
Bu konuda Peygamberimiz’in eşsiz hayatı bize örnek olmalıdır. Efendimiz (  s.a.v) küfür ve şirk toplumunda Hakkı Tebliğ mücadelesinde tek başına yılmadan, usanmadan, bıkmadan şanlı bir mücadele sergiledi. Bizzat yakınları tarafından en ağır eza ve cefalara uğradı.. Tebliğ için gittiği Taif yollarında taşlandı.. Hicret esnasında evi kuşatılarak yokedilmek istendi.. Çok sevdiği Mekke’den ayrılmak zorunda kaldı Ama buna rağmen büyükbir coşku ile asla ümitsizliğe kapılmadan bu yolda yürümeye devam etti.
Allah Rasûlünün değerli ashabı O’ndan aldıkları aşk ve şevkle iman mücadelesine devam ettiler. İslâm sancağını bir adım öteye götürme azmiyle koştular. İman, ibadet, ihlas, takva, ilim ve cihad erbabı olarak cihanı aydınlattılar.
İslam alimleri, gönül adamları nice olumsuzluklara, imkânsızlıklara ve engellemelere rağmen tarih boyunca tebliğ, davet ve irşad yolunda azimle çalıştılar. Yılmadılar, usanmadılar, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmadılar.
ÜMİTSİZLİĞİN ÇÖZÜMÜ!
Ümitsizliğin, çaresizliğin, tükenmişliğin, karamsarlığın ilacı güçlü bir iman, sarsılmaz bir tevekkül, Allah’a sonsuz güven, sebeplere sarılıp gayrete devam etmek neticeyi Allahâ havale etmektir.
İman, kişiye ümit, canlılık ve dinamizm verir. İman gücü iradeyi güçlendirir. İman gücü kişiyi motive eder. İmanlı genç en büyük güven kaynağı olan Rabbinden alacağı manevî destekle hareket eder.
Elde edilen geçici olumsuz sonuçlara aldırış etmeden azimli, gayretli ve çalışkan olmak ümidi kamçılayan en önemli faktörlerdendir. Ümit gayreti, gayret de ümidi arttırır. Ümitsizlik yeniliğe ve açılıma engeldir. Ümitsizlik tükenmişliktir.
Ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılarak İslâmî çalışmaları terk etmenin, toplumdan uzak bir hayat yaşamanın, Cemaate küserek yanlızlığa çekilmenin sorumluluğu basit bir sorumluluk değildir.
Hz. Ebubekir (  r.a)’in halifeliği döneminde müslümanların bir bölümü dininden dönmüş, peygamberlik iddia edenler çıkmış, zekâtı vermeyi reddeden kimseler görülmüştü. Bu olaylar karşısında Hz. Ebubekir (  r.a) kesinlikle ümitsizliğe düşmemiş, olayları sabır ve metanetle, iman ve itidalle karşılamıştı. O günlerde Hz. Ebubekir (  r.a)’in söylediği şu sözü kulaklarımızda yankılanmalıdır  :  “Ben sağ olduğum müddetçe bu din nasıl ortadan kalkabilir?”
Moğollar Bağdat’ı işgal ettiklerinde yüzbinlerce kişiyi öldürmüşler, kütüphaneleri talan etmişler, ilim ehlinin göz nuru döktükleri eserleri katletmişlerdi. Ümitler kaybolmuş, artık İslâmın yeniden dünyaya hakim olması “hayal” olarak nitelenir olmuştu. Ama Allah’ın rahmeti yine tecelli etmiş, kuru toprağa can veren, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Allah yeni nesillere canlılık ve dinamizm ihsan etmiş, İslâm medeniyeti insanlığa sevgi ve rahmet mesajını sunmaya devam etmişti.
Haçlıların Mescid-i Aksa’yı bir asır boyunca istila etmelerinden sonra Kudüs’ün tekrar fethedileceğini kim tahmin edebilirdi? Salahaddin-i Eyyubî’nin Hıttîn Savaşı’nda galip gelip bu diyarı kurtaracağını kim düşünebilirdi?
Allah’ın yardım edeceği inancı ve ümidi olmasaydı, yedi düvele karşı, karşı kadını-erkeği, genci-yaşlısı ile verdiğimiz şanlı iman mücadelesi sonunda Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla gerçekleştirebileceğimizi kim düşünebilirdi?
Allah’ın yardım edeceği inancı ve ümidi olmasaydı, Afgan mücahidlerinin onbir yıl süren savaştan sonra Kızılordu karşısında galip geleceğini kim iddia edebilirdi?
Bizim inancımızda ve çizgimizde ümitsizliğe yer yoktur. İman, İhlas, Cihad ve Allah’ın rahmetine duyulan “Ümit” varolduğu müddetçe Allahın izniyle bu çeşit zaferler gerçekleşecektir.
“Kâfirler hoşlanmasalar da Allah’ın nurunu tamamlayacaktır”15 müjdesini alan mü’min, İslâmın yeryüzüne hakim olmasından nasıl ümitsiz olabilir?
“Mü’minlere yardım etmek, bizim üzerimize hak olmuştur.”16 ilahî vaadini duyan mü’min, Allah’ın yardımından nasıl ümidini kesebilir?

--------------------------
Bir Arınma Ayıdır Ramazan!

Bir Arınma Ayıdır Ramazan!


YİNE geldi aylara sultan olan… Kur’an’ın kendisinde indiği bu ayın hayırlara vesile olmasını, bu ayda okunan Kur’an’ın, her anımızı mübarek kılmasını niyaz ederiz. Ariflerin deyimiyle ‘onbir ayın sultanı’ olan Ramazan-ı Şerif ayının, mazlum müslümanların kurtuluşuna vesile olmasını dileriz.



Bu mübarek ayın, birbiriyle münasebeti olan iki önemli vasfı vardır. Birincisi, hayat kitabımız olan Kur’an’ın nazil olmaya bu ayda başlamasıdır.
İkincisi de bilindiği üzere, bu ayda oruç ibadetinin inananlara farz kılınmasıdır. Oruç ibadeti belli günlerde inananlara farz kılınmış, arıtma özelliği yüksek olan ibadetlerden biridir!…

İnsana, İslâmi erdemleri kuşanması/kuşanabilmesi için yol gösteren Allah (  cc), bir takım ibadetleri de insanın arınması/tezkiye olması/insanî erdemler ile donanabilmesi için  özel anlamda farz kılmıştır… Zira sadece arınanlar, nefislerini Kur’an ve sünnetle arındıranlar, tezkiye edenler kurtulacaklardır.
Allah (  cc) ayeti kerimede şöyle buyurmuştur;

“Kendini tezkiye (  nefsini kötülük/günahlardan temizleyen) eden mutluluğa ermiştir.”

(  A’lâ  :  14)

Oruç ibadeti de insanı arındıran ibadetlerden biridir.

Neyi, niçin yaptığının farkında olanlar içindir elbette bu özellik!.. Değilse, aç kalmaktan öteye geçemeyecektir.. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberimiz’in de (  sav) buyurduğu gibi “Nice oruç tutanlar var ki, tuttukları oruçtan; açlık ve susuzluktan başka kazançları yoktur.” (  Nesâi-İbni Mace)

Şayet mana/mefhumuyla idrak edilebilse insana kazandırdığı erdemler müşahede edilebilecektir. Oruç “Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (  ümmet) lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (  farz kılındı). Umulur ki, korunasınız” (  el-Bakara, 2/183)” ayetiyle farz kılınmıştır… Ayetten, oruç ibadetinin takva ile ilgisinin olduğunu  anlıyoruz. Allah’tan hakkıyla sakınma manasına gelen takva; hayatı Allah için ve Allah’ın istediği şekilde yaşamanın adıdır.. Orucu hakkını vererek tutanlar için oruç, bir takva vesilesidir…

Tevhid mesajını taşımayan ibadetler şekilcilikten öteye geçememekte ve bu nedenle  reel hayatta olması gereken etkilerini/ yansımalarını  müşahede edememekteyiz..

Örneğin “Ey Muhammed! Kitaptan sana vahyolunanı oku, namaz kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor. Allah’ı anmak en büyük şeydir! Allah yaptıklarınızı bilir.”(  Ankebut. 45) Namazın bizatihi elinde tezkiye sopası yoktur, namaz şayet taşıdığı mesaj ile kılınırsa insanı tezkiye eder… Oruç ibadeti de insanı tezkiye eden, nefis temizliği için önemli etkenlerden birisidir… Lakin ifade edilmeye çalışıldığı gibi şayet  mana ve mesajı kavranarak tutulursa, hayattaki etkisi görülebilecektir.

Tutulan oruçlardan payımıza düşenin sadece açlık olmaması için, orucun işaret ettiği manaların farkında olarak, bize öğrettiklerine kalbimizin, basiretimizin açık olması gerekir!…

Bunun içindir ki, her Ramazan tüm müminler için yeni bir milat olmalıdır!. İnananların ramazandan öncesi ve sonrası olmalıdır!..

Her Ramazan’dan güçlenerek çıkılabilinmelidir bayram sabahlarına!…

Sinelerinde iman taşıyanlar için Ramazan, öncesi ve sonrasında imanında artış olmalı (  kuvvet bulmalı)dır!. Amellerin kalitesini artırmalıdır Ramazan, iman edenlerde!.. Ahlaki noktada kemâlât kazandırmalıdır oruç sahiplerine..

Bunun için bütün uzuvlarımızla oruç tutmalı ve bütün hayatımızı Ramazan’a çevirmenin idmanını yapmalıyız Ramazan’da.

Dilimiz oruç tutmalı tüm malayani sözlerden, yalandan, dedikodudan imtina ederek, tuttuğumuz oruca eşlik etmelidir.

Peygamberimiz (  sav) şöyle buyurmuştur  : 

“Oruç (  bütün fenalıklara ve cehennem ateşine karşı) bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip kem söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı çirkin söylemeye kalkarsa, ‘Ben oruçluyum’ desin.” (  Buhari-Müslim)…

Sadece çirkin söz söylemekten kaçınarak dilimize tutturduğumuz oruç yetmez. Aynı zamanda hakkı anlatmak için konuşmak, hakka çağırmak, hakkı anlatmakla dilimizi konuşmaya iftar ettirtmeliyiz…

Kulağımız oruç tutmalı  : 

Dinimizin yasak kılmış olduğu haram, mekruh, boş malayani olan her şeye karşı tıkalı olmalıdır  :  “Onlar, yalana kulak verenler, haram yiyenlerdir.”(  Maide. 42)

Yetmez, aynı zamanda Allah’ın (  cc) hayatımız için göndermiş olduğu mesajları algılamak için dinlemeli, kulağımız haram sözlere karşı oruç tutmalı, Allah’ın mesajlarıyla da iftar etmelidir..

Gözümüz oruç tutmalı  : 

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.

İnançlı kadınlara da söyle  :  Gözlerini (  harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (  Nur Suresi.30-31) Bakışımız, hikmet ve tefekkür unsurlarını bünyesinde barındıran bir bakış olmalıdır. Gözlerimizi harama bakmaktan korumalı, nazarlarımız da oruç tutmalıdır. Evlerimize kadar sızmış TV’ler deki nahoş sahneler ve reklamların çirkefliğiyle kirlenmiş gözlerin, artık yeter diyerek arınma ayı olmalıdır Ramazan!..

Ayaklarımız oruç tutmalı  : 

Allah’ın razı olmadığı hiçbir yöne tek bir adım atmamalıdır…

Ellerimiz oruç tutmalı  : 

Harama uzanmamalı, zalime alkış tutmamalı, Allah’tan başkasının yasasını/kanununu onaylamamalıdır.

Ramazan’da oruç ile alınmış bu mesajlar ve atılmış tüm bu adımlar, hayatımızın tamamını kuşatmalı ve böylelikle hayatımızın tamamı Ramazan gibi olmalı ki, vuslat anımızda bayram olsun…

Kimileri oruç tutarken, kimileri de oruca tutulurlar.

Oruca tutulmayıp, orucu tutan insanın oruçla ulaştığı manevi derece ve ahlaki güzelleşme; ihlas derecesine; bilinç, şuur derecesine göre farklılık arz edecektir mutlaka..

Oruç tutanlar, tuttukları oruç ile sabır, diğergâmlık, arınma, takva ile heybelerini doldururken, oruca tutulanlar ise iftarda yiyeceği yemeğin çeşitlerini düşünerek, iftar sofrasını ziyafet sofrasına çevirip, gün boyu yememenin acısını çıkarırcasına hareket edip, hazımsızlık hastalığıyla boğuşur!..

Bu Ramazan bizim arınma ayımız olsun. Bunun için gelin, okunacak hatimlerimizi anlamıyla birlikte okuyalım.

İmanımızı takva ile güçlendirelim.. Ahlakımızı vicdan terazisinde tartıp, Kur’an ahlakının ağır basması için çabalayalım…

Evlerimizi rıza-i ilahiye muhalif olan her türlü şeyden arındıralım. Arındırdıklarımız arasında kardeşliklerimiz de olsun. Bu Ramazan, “Mü’minler kardeştir” ilkesine aykırı olan tüm duygu ve davranışların son bulduğu ay olsun!..

Bu Ramazan, hizipçilikten arınmamıza ve her türlü gayr-i meşrû asabiyetten kurtulmamaza vesile olmalı!. Ümmet bilincini kuşandığımız zaman, hem Ramazan ayının, hem de bayramın mübarek kılınacağını unutmamamız gerekir.

----------------------------

“Rabbini zikreden ile zikretmeyenin misali ölü ile dirinin misali gibidir”

“Rabbini zikreden ile zikretmeyenin misali ölü ile dirinin misali gibidir”


Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur  : 

“Amellerin Allah’a en sevimli olanı dilinin Allah’ı zikretmekle nemlenmiş olduğu halde ölmendir.”[1]

et-(:::)î der ki  : 

“Dilin nemli olması hareketinin kolaylığı anlamında bir ibaredir. Bunun zıddı dilin kurumasıdır. Dil zikre devam etmekle nemli kalır.”

Allah’ı zikretmek[2]  : 

Zikrin aslı; kalp ile zikrettiği şey hakkında uyanık olmaktır. Dil ile zikretmeye de zikir denir. Zira bu kalbin zikretmesinin göstergesidir. Ancak çoğunlukla dil ile söylenene zikir denmesi, bunun öncesinde kavrama olduğundandır. Kalp ile zikirden kastedilen ise umumi hallerde bunun devamını gerektirir.

Denildi ki  :  Zikir; söylenmesi ve artırılması hakkında teşvik edilen, kalıcı sakih ameller denilen; Sübhanallah, elhamdulillah, la ilahe illallah, Allahu ekber gibi zikirler,havkale (  la havle vela kuvvete illa billah), besmele, hasbele (  Hasbunallahi ve ni’mel vekil), istiğfar ve dünya ile ahiretin hayrı için dua etmek gibi şeylerdir. O halde Allah’ı zikretmek ile kastedilen, Kuran okumak, hadis okumak, ilim dersi yapmak, nafile namaz kılmak gibi Allah’ın vacip veya mendup kıldığı amellere devam etmektir. Sonra bazen dil konuştuğu şeyden ecir almakla zikretmiş olur. Bunda manasını hazır etmesi şart değildir. Lakin manasının dışında bir şey kastedilmemesi şarttır. Eğer dil konuşurken kalp de hazır olursa bu daha kamildir. Buna zikrin anlamını ve Allah Teâlâ’yı tazim etmeyi, O’nu noksanlardan tenzih etmeyi düşünmek de katılırsa bunun kemali artar. Bu, bazen farz bir namazda, cihada veya bunlardan başka bir salih bir amelde gerçekleşirse kemali yine artar. Yönelme sahih ve Allah Teâlâ’ya halis olursa bu kemalin son haddidir.

Denildi ki  :  Dilin zikrinden kastedilen; tesbih, tahmid ve temcide delalet eden lafızları söylemektir. Kalp ile zikir; hükme muttali oluncaya kadar emir ve yasaklar hakkında, zat ve sıfata delalet eden tefekkür ve Allah’ın yarattıkları hakkında düşünmektir. Azalarla zikir; taat işlemektir.

Nitekim Allah -azze ve celle- namazı zikir diye isimlendirmiştir  : 

“Allah’ı anmaya (  hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya) gidin.”(  Cuma 9)

Denildi ki  :  Allah Teâlâ’yı zikretmek dil ile kalp ile olmak üzere iki çeşittir. Kalbin zikri de iki çeşittir  :  Birincisi zikirlerin en yükseği ve değerlisi olup Allah Teâlâ’nın celalini, ceberutunu, melekûtunu, göklerde ve yerdeki ayetlerini tefekkür etmektir. Zikirlerin hayırlısı gizli olanıdır hadisinde kastedilen de budur. İkincisi  :  Kalpte emir ve yasak anında emre uyup yasağı terk ederek ve kendisine şüpheli gelen konusunda tevakkuf ederek zikretmektir. Mücerret olarak dilin zikri ise zikirlerin en zayıfıdır. Lakin hadislerde geldiği üzere bunda da büyük faziletler vardır.

Allah Teâlâ buyuruyor ki  : 

“Ey inananlar! Allah’ı çok zikredin.”(  Ahzâb 41)

Allah Teâlâ kullarına onlara verdiği çeşitli sınıflardan nimetlere karşı, kendisini zikretmelerini, şükretmelerini ve bunu artırmalarını emretmiş bundan dolayı da bol sevap ve güzel sonuç vaad etmiştir. En kıymetli anlarında tesbih, tehlil, tahmid ve tekbir ile meşgul olmalarını emretmiştir. Allah Teâlâ bunu kula kolay gelmesi için bir sınır belirlememiştir. Mücahid diyor ki  :  “Bu kelimeleri abdesti olan da, olmayan da ve cünüp olan da söyleyebilir. Ayakta, oturarak ve yanı üzerine yatar halde zikretmedikçe Allah’ı çok zikredenlerden olunmaz.”

Bunun ecrinin büyüklüğünden dolayı İbn Abbas -Radıyallahu anhuma- şöyle demiştir  :  “Şüphesiz Allah Teâlâ kullarına zikir dışında farz kıldığı her ibadet için malum bir sınır koymuş, mazeret halinde de mazur görmüştür. Fakat zikir için bir sınır belirlemediği gibi onu terk edeni de mazur görmemiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur  : 

“Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin.”(  Nisa 103)

Gece ve gündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda, zenginlikte ve fakirlikte, hastalıkta ve sıhhatte, gizlide ve açıkta ve her durumda zikredin.Bunu yaptığınızda melekleri size salat ederler.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki  : 

“Size amellerinizin en hayırlısını,Melikiniz indinde en temizini ve derecelerinizi en çok yükseltenini ve sizin için altın ve gümüş bağışlamaktan, düşmanınızla karşılaştığınızda onların boynunu vurmanızdan ve onların boynunuzu vurmalarından daha hayırlısını haber vereyim mi?” dediler ki;

“Evet ey Allah’ın Rasulü!”

“Allah’ı zikretmektir” buyurdu.

Muaz b. Cebel -Radıyallahu anh- dedi ki  : 

“Kulu Allah’ı zikretmek dışında, Allah’ın azabından daha iyi kurtaracak bir şey yoktur.” [3]

Allah Teâlâ buyuruyor ki  : 

“Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.”(  A’raf 205)

Yani; Rabbini içinden gizlice, tezellül ile, Allah Teâlâ’dan korkarak, yalnız kendi işitebileceğin şekilde gündüzün başında ve sonunda zikret, Allah’ı zikretmekten gafil olanlardan olma demektir.Gafillerden olmamak için kulun sabah akşam bolca zikretmesi kastedilmiştir.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur  : 

“Rabbini zikreden ile zikretmeyenin misali ölü ile dirinin misali gibidir.”[4]

Allah -azze ve celle- zikri, Kuran’da pek çok yerde zikretmiş, onu emretmiş ve bunun zıddı olan gafletten yasaklamıştır. Kurtuluş zikri artırmaya bağlanmış, zikir ehli övülmüş ve hayırlı karşılık vaad edilmiştir. Zâkirin Allah’ı zikretmesinin karşılığı, Allah’ın da onu zikretmesidir. Bu ise her şeyden büyüktür. Salih ameller onunla sonlandırılır. Oruç, hac, namaz, Cuma hep zikirle sonlandırılır. Zikredenler; özellikle onların akıl sahipleri olarak ayetlerinden faydalanmaları ile zikredilmiştir. Zikir, bütün amellerin arkadaşı ve bütün amellere bitişik ve amellerin ruhu olarak zikredilmiştir. Zira Allah Subhanehu onu namaz, oruç, hac ve menasikleri ile bitişik olarak zikretmiş ve hatta onu haccın ruhu, özü ve maksadı kılmıştır. Yine cihad ile bitiştirmiş, düşmanla karşılaşınca kendisini zikretmeyi emretmiştir.

----------------------------
Samimi Tövbe – Mağfirete Giden Kesin Yol

Samimi Tövbe – Mağfirete Giden Kesin Yol


Hepimiz hayatlarımızda hatalar yapıyor ve günahlar işliyoruz.

Neticede hepimiz beşeriz ve bazen bir süreliğine de olsa yürümemiz gereken doğru yoldan çıkabiliyoruz. Peki böyle durumlarda, hatamızı anladığımızda neler yapmamız gerekiyor?

Tövbemizin samimi, tutarlı ve başarılı olduğundan nasıl emin olabiliriz?

Nasuh (  samimi, içten, kalben yapılan) bir tövbenin dört şartı vardır  : 

    Günahı terk etmek.
    Tövbesi yapılan günahtan dolayı gerçekten ve derinden pişmanlık hissetmek.
    Allah’ın mağfiretine (  günahla yüzleşmeden affedilmek, cezadan muhafaza olmak) yönelmek.
    Bir daha aynı günahı asla işlememek üzere niyet etmek.

Bazı durumlarda beşinci bir şart da olmaktadır  : 

Eğer işlemiş olduğunuz günahlar başka insanların haklarını ihlal ediyorsa; bu insanların haklarını onlara geri iade etmeniz ve helalleşmeniz gerekir.

Ama maalesef çoğumuz, günahlarımıza çok kararlı bir şekilde tövbe etmemize rağmen, çok kısa bir süre sonra başta hissettiğimiz derin pişmanlığın zayıflamasıyla günah işlemeye geri dönüyoruz. İşte tam da bu noktada, tövbemize sadık kalabilmemiz ve Allah’a verdiğimiz sözü tutabilmemiz için bazı ipuçlarından bahsedeceğiz  : 

Unutma ki En Çok Bağışlayan ve En Çok Merhamet Sahibi Olan Allah’tır

Birçok insan şöyle düşünür  :  “Artık günahlarımı durdurabilmenin bir yolu yok, o kadar çok hata yaptım, o kadar çok günah işledim ki, Allah’ın beni affetmesini hak etmiyorum bile.” Eğer siz de böyle düşünen insanlardan biriyseniz, burada durmanız gerekiyor!

Allah, Kur’an’ı Kerim’de en çok bağışlayanın, en çok merhamet edenin kendisi olduğunu defalarca söylerken, nasıl böyle düşünebiliriz? Allah’ın affediciliğine olan inancımızı nasıl kaybedebiliriz? Allah, insanı yaratandır. O, insanın zayıflıklarını ve yanlışlarını en iyi bilendir. Dünyada herkes hata yapar. Bu noktada, Allah’ın kulu olarak yapabileceğimiz en iyi şey Allah’a yönelmek ve hatamız için mağfiret dilemektir.

Allah’ın Kur’an’da, tövbe edenleri ve af dileyenleri merhametle karşılayacağına dair birçok ayet bulunmaktadır. Buyurun bunlardan sadece birkaçı  : 

“Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (  Müzzemmil Suresi, 73  :  20)

“Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (  Nisa Suresi, 4  :  110)

Asla Allah’ın bizi affetmeyeceğini düşünmemeliyiz. Samimi bir şekilde, Allah’ın rahmetini ve kullarına olan sevgisini hatırlayarak gönülden tövbe edersek tövbelerimiz kabul olunacaktır.

Günahlarınızın Kaynağının Tespit Edin

Küçük büyük birçok günah vardır. Küçük veya büyük olmasına bakmaksızın günahlarımızı terk etmeye karar vermeli ve Allah’a pişmanlıklarımızı sunmalıyız. Günahlarımızı terk etmeye karar verdiğimizde; yapmamız gereken en önemli şey, günahlarımızın kaynağını keşfetmek ve elimizden geldiğince bizi günaha sevk eden bu kaynaklardan uzak durmaktır.

Mesela, sizi günaha iten kaynak bir arkadaşınız olabilir, oturmaya gittiğiniz bir yer olabilir. Tek başınıza bilgisayarda vakit geçirmeniz ya da tek başınıza televizyon izlemeniz… Eğer günahlarınız bilgisayar, televizyon ya da buna benzer şeylerle ilgiliyse; biliyoruz ki bu tarz şeyleri tamamen hayatımızdan çıkaramayız. Ama bunun yerine bu teknolojik kaynakları güzel ve yararlı şeyler için kullanabiliriz. Tek başınıza kaldığınızda doğru yolu kaybetmek çok daha kolaydır, bu yüzden televizyon veya bilgisayarda vakit geçirirken çevrenizde arkadaşlarınızın olması size doğru yolda devam etmeyi hatırlatacaktır.

Eğer günahınızın kaynağı bir arkadaşınızsa, o arkadaşınızla bağlarınızı kesmelisiniz. Tabi bu her zaman kolay olmayacaktır. Ama eğer yapılması gerekiyorsa, bunu Allah’ın rızasını kazanmak için yapın ve inşa Allah mükâfatını fazlasıyla alacaksınız.

Eğer günahlarınız namazı kaçırmak ya da oruç tutmamak gibi şeylerse, sizi bu ibadetlerden men eden nedenleri bulmanız gerekir. Zihniniz, sizi temel ibadetlerinizden alıkoyan şeylerle kuşatılmış olabilir. Böyle bir durumda, zihninizi bulandıran şeylerden hayatınızı kurtarmanız ve günlük hayatınızı ibadetlerinizi yaşayabileceğiniz bir şekilde yeniden organize etmeniz gerekir. Daily Taskinator’ı kullanarak gününüzü planlayabilir, organize edebilir ve ibadetlerinizi kaydedebilirsiniz. Ayrıca zihninizi karıştıran şeylerden uzak durmak için zamanınızı nasıl planlayacağınıza dair şu makaleye bakabilirsiniz.

Destek Takımı Şart

Etrafınızdaki insanların sizin davranışlarınız üzerinde çok büyük etkisi vardır. Allah’a tövbe etmek istediğinizde ve günahlarınızdan dolayı kendinizi çok kötü hissettiğinizde yalnız olmak istemezsiniz. Böyle zamanlarda aileniz size en büyük desteği verebilir. Sizi dinleyebilir ve günahınızı terk etme yolunda karşılaştığınız engellere göğüs germenizde size destek olabilir.

Bu süreçte, sahip olduğunuz arkadaşlarınız da oldukça önemlidir. Arkadaşlarınızı doğru seçmenin önemi üzerinde ne kadar dursam yeterli olmaz. Akran baskısı gerçekten var olan bir şey. Günaha karşı artık dirençli olduğunuzu, bir daha aynı hataya düşmeyeceğinizi düşünseniz bile, arkadaşlarınızdan gördüğünüz baskı sizi eski günahlarınıza döndürebilir.

Arkadaşlarınız, siz ne yaparsanız yapın daha iyi bir insan olma amacını sizinle paylaşmalı ve bu yolda size yardımcı ve destek olmalıdır. Sizi seminerlere, derslere katılmaya ve güzel işler için gönülden çalışmaya teşvik etmelidir.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Resul’üne itaat ederler. (  Tevbe Suresi, 9  :  71)

Daha da önemlisi, kendinizi günaha geri dönme ihtimaline karşı zayıf ve tedirgin hissettiğiniz zamanlarda, dostlarınız size güçlü ve kararlı olmanızda yardımcı olmalıdır.

Ebu Musa el Eş’arî (  Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (  sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu  :  Beraber olduğun iyi arkadaşla kötü arkadaşın benzeri güzel koku satanla körük çeken demirci gibidir. Güzel koku satan sana güzel kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın veya onunla beraber olduğun sürece güzel kokudan istifade etmiş olursun. Körük çeken demirci ise ya elbiseni yakar ya da kötü koku ve dumandan rahatsız olursun. (  Buhari, Rekaik 31, Müslim; Birr 146)

Mahallenizin camisinde tanıştığınız insanlarla güzel bir arkadaş çevresi oluşturabilir, bu çevredeki insanlarla düzenli olarak buluşabilirsiniz. Sizin gibi düşünen insanların katıldığı seminerlere gidebilirsiniz. Şundan emin olun ki, gerçekte sorumluluklarını yerine getiren ve sizin kendi düzeninize uyan birçok Müslümanla bu şekilde tanışabilirsiniz. Kendi evinizde de, hayatınızda yapmak istediğiniz değişiklikler hakkında ailenize (  anne, baba, eş, kardeş) karşı açık olun. Onlardan destek isteyin.

İletişimde Kalmaya Devam Edin

Son olarak vurgulanması gereken önemli şeylerden birisi de İslam’la ve ümmetle iletişimde kalmaya devam etmek. Beraber ilim peşinde koşturan ve beraber ibadet eden Müslümanların etrafınızda olması ruhunuza her zaman çok iyi gelecektir. Bu yüzden düzenli bir şekilde camileri ziyaret etmeye, İslami sohbet ve seminerlere katılmaya çalışın. Kendinizi faydalı İslami aktivitelerle meşgul etmek ve İslami bir çevre içinde olmak zihninizi sizi günaha sürükleyen dünyevi şeylerden alıkoyabilir.

Ayrıca İslam’la ve ümmetle iletişimde kalmaya devam etmeniz, Allah ile olan iletişiminizi korumanıza da yardımcı olacaktır. Düzenli Kur’an okumak, namazları vaktinde kılmak (  sünnetler dâhil) Allah’la aranızdaki bağı daima daha güçlü kılacaktır.

İslam’ın hayatınızın tüm alanlarını ilgilendirdiğine ve etkilediğine inancınız tam olduğunda, Allah’a gerçekten yakın hissettiğinizde Şeytan için sizi eski günahlarınıza döndürmek oldukça güç olacaktır. Yine de her zaman Allah’tan bize yol göstermesini dilemeli ve tüm günahlardan ona sığınmalıyız. En çok bağışlayan ve esirgeyen Rabbimizden her zaman mağfiret dilemeye devam etmeliyiz.

Hangi günahı işlemiş olursanız olun, her zaman tövbe etme ve yeniden başlama fırsatı vardır. Her zaman Allah’a inanın. Onun gazabından korkun ve onun merhametine gönülden bağlı olun. Niyetlerinizi temiz tutmaya çalışarak, etrafınızı gereken destek ve motivasyon ile çevreleyin. Umulur ki, Allah kendi yolculuğumuzda hepimizi doğru yola iletir. Amin!

Allah’a tövbe ettikten sonra, nasıl kararlı bir şekilde eski günahlarımızdan korunabiliriz? Bu konudaki yorumlarınızı bizimle paylaşır mısınız?

---------------------------
ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ

ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİ

Muhammed Şahin



esmaül-Hüsna1


İsim Anlamı
Allah Bütün kulları üzerinde ulûhiyet ve ubûdiyete sahip, kendisine boyun eğilen ve teslim olunan, rükû ve secde edilen, bütün ibâdet çeşitleri yalnızca kendisine sarfedilen ilah ve ma’buddur.
er-Rahmân Rahmeti, bütün yaratılanlara yetecek kadar geniş ve kapsamlı olduğuna delâlet eden isimdir.Bu isim, yalnızca Allah Teâlâ’ya hastır ve başkasına vermek câiz değildir.
er-Rahîm Dünya ve âhirette mü’minlere acıyan ve onları bağışlayandır.Nitekim onları kendisine ibâdet etmeye iletmiştir.Âhirette de cennete girdirerek onlara lütufta bulunacaktır.
el-Afuvv Günahı silen, bağışlayan ve cezayı hak ettiği halde kulunu cezalandırmayandır.
el-Ğafûr Günahkârın günahını örten, onu rezil etmeyen ve günahından dolayı onu cezalandırmayandır.
el-Ğaffâr Günah işledikten sonra bağışlanmayı dileyen kuluna Allah’ın mağfiretinin çok olduğuna delâlet eden isimdir.
er-Raûf Ra’fet kelimesinden gelmektedir ve rahmetten daha belîği ve daha çoktur. Ra’fet, dünyada bütün yaratılanlar için geneldir.Âhirette ise O’nun dostları olan mü’minlerin birbirleri içindir.
el-Halîm Kullarını cezalandırmaya gücü yettiği halde onları cezalandırmakta acele etmeyen, aksine istiğfarda bulundukları zaman onları affeden ve bağışlayandır.
et-Tevvâb Kullarından dilediklerini tevbe etmeye muvaffak kılan ve onların tevbesini kabul edendir.
es-Sittîr Kulunun kusur ve ayıbını örten, kulları arasında onu rezil etmeyendir. O, kulunun kendi kusur ve ayıbı  ile başkasının kusur ve ayıbını örtmesinden hoşlanır. Aynı şekilde avretini örtmesinden de hoşlanır.
el-Ğanî Zâtı ve sıfatları kâmil olduğu için kullarından hiç birisine muhtaç olmayan, aksine bütün kulları kendisine, nimetlerine ve yardımına muhtaç olandır.
el-Kerîm Hayrı çok, lütuf ve ihsanı büyük olandır. Dilediği kimseye, -istesin veya istemesin- dilediği kadar ve dilediği şekilde veren, günahları affeden, kusur ve ayıpları örtendir.
el-Ekrem Son derece cömert olan ve bu konuda hiçbir benzeri olmayandır.Her türlü iyilik O’ndandır. Lütuf ve ihsanıyla mü’minleri mükafatlandırır, kendisinden yüz çevirenlere süre verir ve adâletiyle onları hesaba çeker.
el-Vehhâb Bağışı bol olan ve karşılıksız verendir. Hiçbir karşılık olmadan hibe eden ve kendisinden istenmeden nimetlendirendir.
el-Cevâd Kullarına bol veren ve onlara lütufta bulunandır.Cömertliğinden, lütuf ve ihsanından en büyük nasibi ise, kendisine îmân edenleredir.
el-Vedûd Dostlarını seven, onlara mağfiret ve nimetleriyle kendisini sevdiren, onlardan râzı olan, onların amellerini kabul eden ve yeryüzünde onların kabul görmelerini sağlayandır.
el-Mu’tî Hazinelerinden dilediği kuluna verendir.Lütuf ve bağışından en büyük nasibi, kendi dostları içindir.O, her şeye, yaratılış ve şekil verendir.
el-Vâsi’ Sıfatları geniş olandır.O’na olan övgüleri hiç kimse sayamaz. Azamet ve mülkü, mağfiret ve rahmeti, lütuf ve ihsanı pek geniştir.
el-Muhsin Zâtı, isimleri, sıfatları ve fiilleri mükemmel güzelliktedir.Her şeyi en güzel şekilde yaratan ve kullarına iyilikte bulunandır.
er-Râzık Bütün yaratılanlara rızık veren, âlemleri yaratmadan önce onların rızıklarını takdir eden ve belirli bir süreye kadar rızıklarını tamamlayacağını üstlenendir.
er-Rezzâk Kullarına bol bol rızık verdiğine delâlet eden isimdir.Kendisinden istemeden kullarına rızık verir.Hatta kendisine isyan etmelerine karşı yine de onlara verir.
el-Latîf Her şeyi, en ince ayrıntısına kadar bilendir.Hiçbir şey O’ndan gizli-saklı kalmaz.İyilik ve faydayı, hiç hesaplamadıkları yerlerden kullarına gizlice ulaştırır.
el-Habîr Her şeyin görünen yönlerini ilmiyle kuşattığı gibi, görünmeyen yönlerini de ilmiyle kuşatandır.
el-Fettâh Mülkü, rahmeti ve rızkının hazinelerini, hikmeti ve ilmi gereğince, dilediği gibi açandır.
el-Alîm Görünen ve görünmeyeni, gizli ve açığı, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği ilmiyle kuşatandır. Hiçbir şey O’na gizli-saklı kalmaz.
el-Berr Kullarına bol bol lütuf ve ihsanda bulunandır.Bahşettiği nimetleri hiç kimse sayamaz.O, sözünde sâdıktır. Kulunun günahını bağışlar, ona yardım eder, onu korur ve kulu az verse bile onu kabul eder ve onu bereketlendirir.
el-Hakîm Her şeyi yerli yerine koyandır. O’nun idâresine hiçbir aksaklık ve yanlışlık girmez.
el-Hakem Kulları arasında adâletle hükmedendir. Onlardan hiç birisine zulmetmez. İnsanlar arasında hakem olması için Azîz Kitab’ını indiren O’dur.
eş-Şâkir Kendisine itaat edeni metheder ve ona övgüde bulunur.Yapılan amel az bile olsa karşılığını verir. Şükrüne karşılık nimetlerini dünyada onlara arttıran ve âhirette ecrini verendir.
eş-Şekûr O’nun nezdinde kulların az olan amelleri artar.Kullarının amellerinin karşılığını kat kat verir. Allah’ın kuluna olan şükrü, kulunun şükrüne karşılık onu mükafalandırması ve tâatini kabul etmesidir.
el-Cemîl Zâtı, isimleri, sıfatları ve fiillerinde mutlak güzel olandır.Kullarındaki bütün güzellikler, O’ndandır.
el-Mecîd Göklerde ve yerde bulunan her türlü övünç, cömertlik, izzet ve yücelik, yalnızca O’nundur.
el-Velî Kullarının bütün işlerine bakan ve mülkünü idâre edendir. Dostlarının yardımcısıdır.
el-Hamîd İsimleri, sıfatları ve fiillerinde övülendir.Bollukta ve darlıkta, kendisine hamd edilendir. Tartışmasız hamd ve senâya hak sahibi olandır. Çünkü O, bütün kemâl sıfatlara sahiptir.
el-Mevlâ O, Rab, melik, efendi ve dostlarına yardım edendir.
en-Nasîr Dilediği kimseyi yardımıyla teyid edendir.O’nun yardım ettiğine hiç kimse üstün gelemez, yardımsız ve yüzüstü bıraktığı kimseye de hiç kimse yardım edemez.
es-Semî’ Sır ve fısıltılar ile aşikâr, hatta ne kadar kısık veya yüksek sesle olursa olsun, her şeyi işitmesiyle kuşatan ve duâ edenin duâsına icâbet edendir.
el-Basîr Görünen ve görünmeyen âlemde, gizli  veya açık olsun, bütün varlıkları görmesiyle kuşatandır.
eş-Şehîd Kulları üzerinde gözetici olandır.Nefsine vahdaniyet, kıyam ve adâlet gibi sıfatlarla şâhitlik etmiştir. Kendisini birledikleri, elçilerine ve meleklerine îmân ettikleri zaman mü’minlerin doğru olduklarına şâhitlik etmiştir.
er-Rakîb Kullarına muttali olan ve onların amellerini sayandır.Bakanın bakışı ile aklından geçirenin aklından geçirdiği şey, O’ndan asla kaçmaz,
er-Rafîk Fiillerinde çok yumuşak olandır.Yaratma ve emrinde ağır ve temkinli davranır.Kullarına yumuşak davranır, güç yetiremeyecekleri şeyleri onlara yüklemez.O, yumuşak davranan kulunu sever.
el-Karîb İlmi ve kudretiyle bütün kullarına, lütfu ve yardımıyla da mü’min kullarına yakındır. Bununla beraber O, arşının üzerindedir. O’nun zâtı, yarattıklarına karışmaz.
el-Mucîb İlmi ve hikmeti gereği duâ edenlerin duâlarına ve isteyenlerin isteklerine icâbet edendir.
el-Mukît Kullarının azıkları ile rızıklarını yaratan ve bunları kullarına ulaştırmayı üstlenendir.Kullarının rızıklarını ve amellerini noksansız koruyan ve gözetendir.
el-Hasîb Kullarınının dînî ve dünyevî bütün işlerine yetendir.O’nun kifâyetinden en büyük nasip, mü’min kullarınadır.Kullarının dünyada yaptıklarını hesaplayandır.
el-Mu’min Elçileri (  peygamberleri) tasdik eden, onlara tâbi olanları (  îmânlarında) sâdık olduklarına şâhitlik eden, peygamberlerin getirdiklerini (  mucizeleri) tasdik edendir.Dünya ve âhirette her emniyet ve güveni verendir.Kıyâmet gününde kendisine îmân edenlere zulüm veya azap etmekten veyahut da onları korkutmaktan emîn kılandır.
el-Mennân Kullarına bol bol veren, büyük nimetler bahşeden ve onlara çokça ihsanda bulunandır.
et-(:::) Her türlü ayıp ve noksanlıklardan uzak ve temiz olandır.Güzellik ve mutlak kemâliyet yalnızca O’nundur.Kullarına iyiliği pek çoktur.Amellerden ve sadakalardan ancak temiz ve helal olanları ile yalnızca kendisi için yapılanları kabul eder.
eş-Şâfî Kalpleri ve bedenleri hastalıklarından şifâya kavuşturandır.Kullarının elinde, Allah’ın onlara kolay kıldığı ilaçlardan başka ilaç yoktur.Şifâ ise, yalnızca O’nun elindedir.
el-Hafîz Lütuf ve ihsanıyla mü’min kullarını ve onların amellerini, kudretiyle de bütün yarattıklarını koruyan ve gözetendir.
el-Vekîl Âlemleri yaratma ve işlerini idâre etmeyi üstlenendir.Kullarını yoktan yaratma ve onlara yardım etmede yalnızca kendisine güvenilendir.Bir işe başlamadan önce onu kendisine havâle eden ve o işi yaparken kendisinden yardım isteyen, onları muvaffak kılınca da kendisine hamdederek şükreden ve imtihan ettikten sonra O’nun taksim ettiğine rızâ gösteren mü’minlerin vekilidir.
el-Hallâk Allah Teâlâ’nın çok yarattığına delâlet eden bir isimdir.O, yaratmaya ve bu büyük vasıf üzere olmaya devam edecektir.
el-Hâlık Daha önce hiçbir benzeri olmaksızın bütün varlıkları yoktan yaratandır.
el-Bârî Mahlukâtı yoktan var eden, onları takdir edip karar kılan ve onları vücuda getirendir.
el-Musavvir Kullarını,hikmeti, ilmi ve rahmeti gereği,seçmiş olduğu şekil üzere yaratandır.
er-Rab Nimetleriyle kullarını terbiye eden ve onları yavaş yavaş yetiştirendir. Dostlarının kalplerini ıslah edecek şeylerle terbiye  edendir.O, yaratan, mâlik ve efendidir.
el-Azîm Zâtı, isimleri ve sıfatlarında mutlak azamet sahibi O’dur.Bunun için bütün kulların, O’na tazim göstermeleri, O’nu, O’nun emir ve yasaklarını yüceltmeleri gerekir.
el-Kâhir Kullarına boyun eğdiren, yarattıklarını kendisine ibâdet etmelerini sağlayan, onların üzerinde hâkim olan, bütün boyunları ve yüzleri kendisine bağ eğdirendir.
el-Kahhâr el-Kâhir sıfatının mübalağasıdır.
el-Muheymin Her şeyi koruyan ve gözetleyen, ona şâhitlik eden ve onu kuşatandır.
el-Azîz İzzet kelimesinin ifâde ettiği bütün anlamlar O’na aittir. Güç ve kuvvet O’nundur. Hiç kimse O’na gâlip gelemez. O’nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur. O’nun izni olmadan hiç bir şey yerinden hareket edemez.
el-Cebbâr Emri derhal yerine getirilen irâde sahibidir.Bütün mahlukat, O’nun emrine ve azametine boyun eğmiş, O’nun hükmüne teslim olmuştur.Kırık kalpleri onaran, fakiri zengin kılan, zoru kolaya çeviren, hasta ve yaralıyı iyileştirendir.
el-Mutekebbir Her türlü noksanlıklardan uzak ve kullarına zulmetmekten yüce en büyüktür.Zâlim kullarını kahredendir. Kibriyâ sıfatıyla vasfolunandır.Kim bu konuda O’nunla tartışırsa, onu mahveder ve ona azap eder.
el-Kebîr Zâtı, sıfatları ve fiillerinde büyüktür. O’ndan daha büyük hiç kimse yoktur. Aksine O’nun dışındaki her şey, O’nun celâli ve azameti önünde küçüktür.
el-Hayiyy Vechinin celâline ve hükmünün büyüklüğüne yaraşan hayâ, yalnızca O’nundur.Allah’ın hayâsı, kerem, iyilik, cömertlik ve celâl hayâsıdır.
el-Hayy Sürekli kâmil hayat ile başı ve sonu olmayan bekâ yalnızca O’nundur.Hâli hazırda olan her hayat, yalnızca O’ndandır.
el-Kayyûm Her şeyi tek başına idâre eden, bütün kullarından müstağnî olan, göklerde ve yerde olan her şeyi ikâme edendir.(  Göklerde ve yerde olan her şey), O’na muhtaçtır.
el-Vâris Yaratılanların hepsi yok olduktan sonra bâki olan yalnızca O’dur. Sahipleri yok olduktan sonra her şey O’na dönecektir. Elimizde bulunan her şey, emânettir ve bir gün sahibine geri dönecektir.
ed-Deyyân Yaratılanların kendisine teslim olan ve boyun eğen, kullarına, yaptıklarının karşılığını verendir.Eğer iyilik ise, karşılığında kat kat ecir verir.Kötülük ise, karşılığında onu cezâlandırır veya onu affeder.
el-Melik Emretme, yasaklama ve üstünlük O’na aittir.Emri ve fiili ile kullarında tasarruf hakkına sahip olandır. Mülkünü idâre veya muhafaza etmesinde O’nun üzerinde hiç kimsenin üstünlüğü yoktur.
el-Mâlik Mülkün asıl ve yegâne sahibidir. Mülk, kullarını yarattığından beri O’na âittir. Mülk, O’ndan başkasının olmamıştır.Kulların yok olup son bulacağı zaman da mülk O’na aittir.
el-Melîk Mutlak mülk sıfatına delâlet eden isimdir. el-Melik isminden daha beliğdir.
es-Subbûh Her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh olandır.Çünkü kemâl sıfatlar ve mutlak güzellik, O’na aittir.
el-Kuddûs Her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh ve temiz olandır.Çünkü O, mutlak kemâl sıfatlarda tektir. Bu sebeple O’na benzerler icat etmeyin.
es-Selâm Zâtı, sıfatları, isimleri ve fiillerinde her türlü kusur ve noksanlıktan selâmette olandır.Dünya ve âhiretteki her selâmet, O’ndandır.
el-Hakk Ne kendisinde, ne isim ve sıfatlarında, ne de ulûhiyetinde şek ve şüphe olandır. O, hakkıyla ibâdete lâyık ma’buddur. O’nun dışında ibâdete lâyık hiçbir ma’bud yoktur.
el-Mubîn Vahdâniyyeti, hikmeti ve rahmetindeki emri açık olandır.Uysunlar diye dosdoğru yolu ve sakınsınlar diye de sapıklık yollarını kullarına açıklayandır.
el-Kavîyy Tam irâde ile birlikte mutlak kudret sahibi olandır.
el-Metîn O, kuvvet ve kudretinde çetin olandır. Fiillerinde, kendisine ne bir meşakkat, ne bir külfet, ne de bir yorgunluk ulaşır.
el-Kâdir O, her şeye gücü yetendir. Yerde ve gökte hiçbir şey O’nu âciz bırakamaz. O, her şeyi takdir edendir.
el-Kadîr el-Kadîr, el-Kâdir anlamınadır. Fakat el-Kadîr, Allah Teâlâ’yı övgüde daha beliğdir.
el-Muktedir Allah’ın ezelî ilminde geldiği üzere takdir ettiği şeyleri uygulama ve onları yaratmada Allah Teâlâ’nın kudretinin büyüklüğüne delâlet eden isimdir.


el-Aliyy Şânı, üstünlüğü ve zâtı yüce olandır.Her şey, O’nun gücü ve hükümranlığı altındadır.O’nun üzerinde hiçbir şey yoktur.
el-A’lâ
el-Muteâl Yüceliği önünde her şey zelîl olandır.O’nun üstünde hiçbir şey yoktur. Aksine her şey O’nun altındadır. O’nun gücü ve hükümranlığı altındadır.
el-Mukaddim İrâdesi ve hikmeti gereği her şeyi öne alıp yerine koyandır.İlmi ve ihsanı gereği kimi yarattığını öne alandır.
el-Muahhir Hikmeti gereği her şeyi hak ettği yerine indiren, dilediğini öne alan ve dilediğini geriye alandır. Kulları tevbe eder ve kendisine döner ümidiyle azabı onlardan geciktirendir.
el-Muse’irr Her şeyin kıymetini, makamını ve tesirini arttıran veya azaltandır.Hikmeti ve ilmi gereği eşyaları pahalı veya ucuz kılandır.
el-Kâbid Ruhları kabzedendir (  çekip alandır).Hikmeti ve kudreti gereği, imtihan etmek için dilediği kullarından rızıkları kısıtlayandır (  kesendir).
el-Bâsit Cömertliği ve rahmetiyle rızkı kullarına geniş kılandır.Hikmeti gereği rızkıyla kullarını imtihan eder ve günah işleyene tevbe etmesi için ellerini uzatır.
el-Evvel Kendisinden önce hiçbir şey olmayandır.Aksine bütün mahlukat, O’nun yaratmasıyla meydana gelmiştir. O’na gelince, O’nun varlığının başlangıcı yoktur.
el-Âhir Kendisinden sonra hiçbir şey olmayandır.O, Bâkî’dir.Yeryüzünde bulunan her şey ise, fânîdir (  yok olacaktır). Sonra onların dönüşü, O’nadır.O’nun varlığının sonu yoktur.
ez-Zâhir Her şeyin üzerinde olandır. Kendisinden daha yüksek hiçbir şey yoktur.O, her şeye hükümrandır ve O, her şeyi kuşatmıştır.
el-Bâtin O’ndan öte hiçbir şey yoktur.O yakındır, kuşatandır ve dünyada kullarının gözlerinden gizlenendir.
el-Vitr Ortağı olmayan birdir ve benzeri olmayan tektir.
es-Seyyid Kulları üzerinde mutlak efendilik O’na aittir.O, kullarının mâliki ve efendisidir.Onlar, O’nun yarattıkları ve kullarıdır.
es-Samed Efendiliğinde kâmil olan efendidir.O’na büyük ihtiyaç duydukları için bütün yarattıkları, ihtiyaçlarında O’na yönelirler.Yedirip doyuran, fakat kendisi yedirilip doyurulmayandır.
el-Vâhid Bütün mükemmeliklerle mutlak bir ve tek olan, kendisine hiçbir ortak olmayandır.O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.İşte bu, O’nu ibâdette birlemeyi gerektirir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.
el-Ehad
el-İlâh Hakkıyla ibâdete lâyık olan ma’bud (  ilah) yalnızca O’dur.

---------------------------

DiPNOTLAR


[1] Ra’d Sûresi  :  11

[2] Ahmed ve Tirmizî rivâyet etmişler, Elbânî de “Hadis, sahihtir” demiştir.

[3] Kehf Sûresi  :  82

[4] Kehf Sûresi  :  82

[5]  Bunu Taberânî ve sahih kaydıyla Hakim rivayet etmiştir. Zehebî, Hakim’in tashihini onaylamıştır.

[6] Buhâri ve Müslim

[7] Müslim

[8] Elbânî, “Sahîhu’l-Câmi'”de ‘hadis, hasendir’ demiştir.

[9] Elbânî, “Sahîhu’l-Câmi'”de ‘hadis, sahihtir’ demiştir.

[10] Tirmizî; Bkz. “Sahîh-i Tirmizî”  :  (  4/667).

[11] Bkz.  :  “Câmiu’l-Ulûm vel-Hikem; s  :  465-471


[1] Sahihu’l-Cami (  165)

[2]  Bkz.  :  el-Askalanî; Fethu’l-Bari (  11/209) Kurtubî; el-Cami Li Ahkami’l-Kur’an (  2/115, 14/121, 128  ) İbn Kesir Tefsiru Kurani’l-Azim (  3/502-503) Nevevi; Şerhu Sahihi Müslim (  17/15) İbnu’l-Kayyım; Medaricu’s-Salikin (  2/397-399)

[3] Sahihu Süneni’t-Tirmizi (  2688  )

[4] Buhari; Kitabu’d-Daavat


---------------------
KAYNAKLAR

Said Özdemir

Ömer-Ergül

Muhammed Şahin

Dr. H. İbrahim KUTLAY

Sabiha ATEŞ ALPAT-Misak Dergisi


Aseel Sammak – Çeviren  :  Övgü





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)